Okyanusların ve büyük denizlerin oluşturduğu doğal engel deniz gücüne olan ihtiyacı doğurmuştur. Yine geniş coğrafyaya sahip ülkelerde bir noktadan diğer noktaya süratli ve güvenilir ulaşım ihtiyacı havacılığın gelişmesini tetiklemiştir. Kısacası büyük güçler stratejik hedeflerine ulaşmak için yeryüzü şekillerinin oluşturduğu engelleri hava gücü ve deniz gücü sayesinde aşmayı başarmışlardır[1]. Günümüzde ise, dünyanın sahip olduğu ekonomik kaynaklar giderek azalmakta, dünyanın boyutları gelişmiş silahların menzilleri için yetersiz kalmakta ve bu durum mevcut güç mücadelesini uzaya taşımaktadır. Bu konudaki kuramsal yaklaşım için geçen haftaki “Yeni Köye Eski Adet: Astropolitik” isimli yazımı okuyabilirsiniz.
Uzay Madenciliği
Uzay madenciliği; Dünya’ya yakın uydulardan ve asteroitlerden hammadde çıkarılması için düşünülen işlemdir.[2] Dünya’nın yerçekimi sebebiyle çoğu ağır metaller olmak üzere bazı elementler dünyanın çekirdeğine çekilmişlerdir. Ama güneş sisteminde Dünya ile aynı zamanda oluşan asteroitler ve uydular benzer elementlere veya Dünya’da olmayan elementlere sahip olabilirler. Bu potansiyeliyle uzay madenciliği, bu kabiliyete sahip olan ülkeye, kuruma veya özel şirkete inanılmaz avantajlar sağlayabilir.
Dünyaya en yakın Afrika’nın üç kat büyüklüğünde ve üç günlük mesafede dünyanın uydusu Ay bulunmaktadır. Ay’da altın, platin ve birçok nadir element bulunmaktadır. Bu madenler yeni nesil elektronik cihazlarda kullanılmak üzere çıkarılmayı beklemektedir. Radyoaktif olmayan helyum-3 bir gün nükleer füzyon reaktörlerine güç sağlayabilir.[4] Ayrıca dünya ve ay arasındaki boşluk da ilave ekonomik üretim açısından maliyet etkin imkânlar sunmaktadır.
Uzayda bulunan madenler üzerinde kim kontrol sahibi olabilir? Şu anda hiçbir ülke 1967 Dış Uzay Antlaşmasına göre hak sahipliği iddiasında bulunamaz. Antlaşma; herhangi bir keşif veya uzay boşluğu kullanımının tüm ülkelerin ve insanlığın yararına ve eşit olarak dağıtılması gerektiğini ifade etmektedir[3]. Ancak şuana kadar “ilk gelen ilk kullanır” anlayışıyla özellikle avantajlı yörüngelerde antlaşmaya yeterince uyulmamıştır. Çok kıymetli madenler için eşit veya dengeli paylaşım söz konusu olabilir mi? Dünya’daki paylaşım sorunları bu konuda çok iyimser olmamıza imkân vermemektedir. Bu durum bir güvenlik sorunu yaratır mı? Tüm çözülmesi zor paylaşım problemleri bir güvenlik sorunu yaratır.
Vizyon
ABD ve Çin örneklerinden bir vizyon mukayesesi yapılabilir. ABD, uzaya ilk başta güvenlik eksenli yaklaşmış ve soğuk savaşın bitimiyle uzay yatırımları büyük bir duraklama dönemine girmiştir. Uygulanan uzay stratejisi açısından, ABD önceliği ekonomik çıkarlar elde etmek yerine, soğuk savaş döneminde Rusya ile girdiği güç mücadelesinin bir sonucu olarak uzaya daha fazla ve gelişmiş uydu gönderme ve burada varlık gösterme olarak algılamıştır. Ancak, bu uydularla dünyada ne olup bittiğini izlemesine rağmen uzay yatırımlarını hâlihazırda beklendiği ölçüde ekonomik güce dönüştürebilmiş değildir. Bunun nedeni politik, askeri ve finansal kaynaklarını kararlı bir strateji ile uzaya yönlendirememesidir. 2016 yılında NASA Glen Merkezi direktörü ve eski astronot Dr. Janet L. Kavand ile yapılan görüşmede büyük yatırımların ve test merkezlerinin soğuk savaş zamnında yapıldığını ifade etmiştir. Bu büyük yatırımlara örnek olarak Glen Merkezine bağlı Plum Brook test merkezinin sanal turu ziyaret edilebilir.
Çin ise, oluşturduğu vizyon ve uyguladığı strateji sayesinde, 30 yıl içerisinde yakaladığı ivme ile gerideymiş gibi göründüğü güç mücadelesinde ABD ve Rusya’yı önümüzdeki 10 yıl içerisinde geçmeyi planlamaktadır. ABD’nin ucuz iş gücü ve diğer ekonomik nedenlerle Çin’de yaptığı yatırımlar neticesinde, Çin ihtiyaç duyduğu bilgi ve teknolojiyi kopyalamıştır. Bu durum ABD Başkanının “Iphone’un ön yüzüne bakınca ABD’yi, arka yüzüne bakınca Çin’i görebiliriz” şeklindeki ifadesiyle özetlenebilir. Çin bu sayede elde ettiği kendine özgü imkân ve kabiliyetler sayesinde ekonomik faktörleri uzayda üretime dönüştürme yolunda hızla yol almaktadır.
Çin, uzaya daha fazla uydu gönderme ve gelişmiş uzay teknolojilerini pazarlamak yerine, yörüngede solar ve nükleer enerji üretim tesisleri kurmayı planlamaktır. Bu tesislerde ürettiği enerjiyi herhangi bir güç hattına ya da enerji santraline ihtiyaç duymadan radyo dalgaları gibi doğrudan ihtiyaç duyulan yere göndermeyi amaçlamaktadır[5]. Dünyada enerji bağımlısı olan bir ülke uzaya yönelik ekonomi stratejisi ile bir anda enerji devi haline gelecektir.
İlave olarak, aynı strateji ve yatırımın sonucu olarak, elektromanyetik spektrumda milisaniyeler düzeyinde elde edeceği üstünlük ve hâkimiyeti yönlendirilmiş enerji vasıtasıyla büyük bir askeri güce çevirebilecektir. Yönlendirilmiş enerji sayesinde dünyadaki herhangi bir elektrik şebekesini felç edebileceğini tahmin etmek hiç de güç olmasa gerek. Bu durum askeri güç açısından muharip gemilerin denizde bozulması, uçakların tekerleklerini bile döndürememesi anlamına gelmektedir.
Çin ve ABD arasındaki fark, iki gücün uzaya bakış açısı ve uyguladıkları strateji farklılığından kaynaklanmaktadır. Soğuk savaş döneminde uzaya uydu göndermek veya aya ayak basmak ve bu yönde teknolojik gelişmelere yoğunlaşmak başlı başına bir amaçtı. Günümüzde ise uzayın sağladığı imkânları ürüne, faydaya veya güce dönüştürmek bir amaç olmuştur. Çin bu dönüşüme daha hızlı uyum sağlamıştır.
Güvenlik
Sivil girişimcilik kapsamında, dünyadaki gelişmelere yön veren sermaye sahiplerinin, başka bir ifadeyle kapitalizmin temelinde yatan karı maksimize etme güdüsünün, uzayın sunduğu ekonomik refaha kayıtsız kalması mümkün değildir. COVID-19 salgını gibi insani ve yaşamsal konuda bile birlikte hareket edemeyen dünyanın, uzayın bir kısım ekonomik imkânlarının tüm insanlığın hizmetine sunulması gibi etik bir amaç çerçevesinde ortak hareket etmesi beklenemez. Nüfusun hızla arttığı ve dünyanın giderek kirlendiği gibi haklı gerekçelerle yatırımlarını uzaya yapan dünyanın en zengin iki insanının (Elon Musk ve Jeff Bezos) rekabeti bu tezi şimdiden haklı çıkarmaktadır. Uzaya yönelik SpaceX ve Blue Origine arasındakine benzer sivil mücadele ve rekabetler gelecekte de artarak devam edecektir.
Uluslararası alandaki her mücadele ve rekabet beraberinde söz konusu alanının gereklerine uygun askeri kuvvetin oluşturulmasını da zorunlu kılmaktadır. Burada “kuvvet” kavramı mücadele ve rekabet alanının sivil alanlar dışında kalan savunmaya yönelik kısmını ifade etmektedir. Zaten uzay tarihine baktığımızda uzay gücünü tetikleyen en önemli etkenlerin başında savunmaya yönelik mücadele ve rekabet gelmektedir. 1959 yılından itibaren başlayan, uyduların uygun silahlar vasıtasıyla bertaraf edilmesi ihtiyacı ve istihbarat faaliyetleri kapsamında siber-uzay ve uzay birimlerinin teşkili gibi çabalar savunma kaynaklı kaygıların bir sonucudur.
Günümüzde, uzay kaynaklı yetenekler, dünyanın değişik yerlerindeki askeri unsurlara komuta-kontrol, istihbarat-keşif-gözetleme ve potansiyel hedeflere hassas güdümlü mühimmat atma gibi imkânlar sunmaktadır. Söz konusu hususlarda hâlihazırda hava gücü satıh gücüne nasıl bir destek sağlıyorsa, benzer bir destek uzaydan da sağlanmakta ve buna bağımlılık giderek artmaktadır. Uzay kaynaklı veri, bilgi ve görüntü şeklindeki yayınlar ile bu yayınlara erişimi engellemek amacıyla, uzayda konuşlu sistemlere ve bunların dünyadaki uzantılarına karşı askeri amaçlarla yetenek geliştirme ihtiyacı da doğal olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu kapsamda, 1991 yılından itibaren uzayın askeri amaçlarla kullanımında değişiklikler olmuştur. Uzaya yönelik daha önce askıya alınan askeri teşkilatlanma konuları tekrar gündeme gelmeye başlamıştır. Teknolojiyi bilen, uzay doktrin ve stratejisine hâkim yetişmiş bireyler ile daha hızlı mesafe kat edilebileceği aşikârdır. İhtiyaç duyulan ivmeye katkı sağlayacak askeri teşkilatlanma çalışmalarında, tarihi tecrübeye sahip bir organizasyondan veya tecrübeden faydalanmak gerçekçi bir yöntem olacaktır. Bu kapsamda Hava Kuvvetlerinin geçirdiği tarihsel evrim Uzay Kuvvetinin oluşturulmasında yol gösterici olacaktır. Hava Kuvvetleri, Uzay Kuvvetinin altyapısını oluşturacak strateji, konsept, doktrin, teknik, taktik ve usullerin hazırlanmasında ev sahipliği yapabilir.
Sonuç
Sonuç olarak, günlük iletişim ihtiyaçları ile birlikte özellikle ekonomik, teknolojik ve askeri gereklilikler açısından uzaya bağımlılığımız artarak devam etmektedir. Başlangıçta yumuşak güç unsurlarının yarışı gibi görünen çekişmeler, zamanla uzayda da tıpkı dünyadaki gibi sert güç unsurlarının mücadelesine dönüşecektir. Dolayısıyla uzay korunması gereken mücadele ve rekabet alanı haline gelecektir. Söz konusu mücadele ve rekabetteki ivme bir an evvel uzay gücüne sahip olma zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. Başka bir ifadeyle,ülkeler menfaatlerini koruyup kollama açısından karada, denizde ve havada muharebeye nasıl hazırlanıyorsa, uzaydaki menfaatlerini koruyup kollama açısından da düşmanca tutumlara karşı hazır olmak zorundadır.
[1] https://savunmaanaliz.com/uss-henry-s-truman-cvn75-ucak-gemisinde-dort-gun/
[2] https://www.technologyreview.com/2019/06/26/134510/asteroid-mining-bubble-burst-history/
[3] https://www.unoosa.org/oosa/en/ourwork/spacelaw/treaties/introouterspacetreaty.html
[4] https://www.technologyreview.com/2020/05/19/1001857/how-moon-lunar-mining-water-ice-rocket-fuel/
[5] Steven Kwast, The Urgent Need for a U.S. Space Force, Hillsdale College Konferans
No Responses